25 Temmuz 2011 Pazartesi

Andurra

Karl yavaşça gözlerini açtı. Ne zamandır baygın yattığı hakkında bir fikri yoktu. Yavaşça doğrulup etrafa baktığında bir anlığına şaşkınlıkla donup kaldı. Görebiliyordu! İnanamamışçasına gözlerini ovuşturdu, tekrar tekrar kapatıp açtı ama evet! Görebiliyordu! Heyecanla ayağa kalktı.

Bulunduğu yerin az önceki savaş alanı olduğundan emindi ancak...daha güzeldi. Toprak kurak değildi ve hiç çatlamamıştı, tam aksine yemyeşildi ve kimi yerlerinde çiçek öbekleri vardı. Kulağına çalınan sesten anladığı kadarıyla biraz ötede küçük bir su akıntısı vardı ve kutsal bir müziği dile getiriyormuş gibiydi; dinleyeni sakinlik ve huzurla dolduruyordu. Birkaç on metre ilerisinden, enerjisinden hatırladığı kadarıyla kulenin olması gerektiği yerin bile daha yakınından büyük ve ulu bir orman başlıyordu. O kadar sık ve büyük ağaçlarla bezeliydi ki belli bir noktadan sonrası kesinlikle görünmüyordu. Güneş tepede parlıyor ancak yakmıyordu, etraf olması gerekenden daha aydınlıktı ancak herhangi bir şekilde aşırı sıcak hissedilmiyordu; yalnızca hafif bir sis varmışçasına buğuluydu.

Karl, uzun süredir görememenin verdiği açlıkla çevresine bakındı. Bir süre hiç hareket etmeden bulunduğu yerin güzelliğini gözlemledi. Yavaşça akan suyun sesini bastıran bir tını duyduğunda farkında olmadan yürümeye başlamıştı.

Ormanın içinden sakin ve baştan çıkarıcı, ne olduğunu idrak edemediği bir ses geliyordu. Ses gittikçe yükseldi ve suyun sesini bastırdı. Andurra üzerindeki bütün müziklerden çok daha güzel bir melodiydi, sanki periler toplanmış ve hep beraber kutlu bir ilahi söylüyor gibiydi. Sözlerini anlamıyor, melodinin ne olduğunu çıkartamıyordu ama büyülenmişti. Adımları sakin ve kararlı bir şekilde müziğin geldiği yön olduğuna inandığı ormana yönelmişti. Ne kadar olduğunu anlamadığı bir süre boyunca yürüdü ve kendinin ormanın oldukça içinde buldu. Müzik ağaçlardan yükseliyor, hafifçe esen her rüzgarda farklı tınılar dahil oluyordu. Attığı her adımda yükselen müzik, doğru yolda olduğuna inanmasını sağlamıştı. Bir süre daha kah durup müziği dinleyerek kah bakir ağaçları seyrederek ilerledi. Bulunduğu yerin tadını çıkartıyordu.

Elleri ağaçlarda ve yapraklarda gezerek yürüdüğü bir süreden sonra müziğin çağrısı bir anda durunca gitmesi gereken yere vardığını anladı. Başını çevirip etrafına baktığında biraz ötede sarmaşıklar ve ağaçlar tarafından sarılmak üzere mütemadiyen saldırıya uğramış oldukça büyük bir cisim gördü. Dikkatli adımlarla yavaşça yaklaşırken bir yandan da önündeki muazzam varlığı incelemeye koyuldu.

Buna varlık demeyi yeğliyordu zira nasıl bir canlının kalp atışları varsa, bu varlığın da kendi kalp atışları var gibiydi. Her saniye farklı bir yayılım yapıyor, Karl’ın gören gözleri için bile tekrar kör olmasına sebep olabilecek kadar enerji yayıyordu. Her ne kadar üzeri kapanmış olsa da bunun bir geçit, bir kapı olduğu anlaşılıyordu. Yaklaşık otuz metre boyundaydı –böyle olmasına rağmen ormandaki ağaçların arasında kısa kalmıştı- ve tahminen yirmi metre kadar da genişti ancak daha çok bir kemeri andırıyordu. İki ayağı üzerinde duran kapının üst kısmı kavisliydi, bu ayaklar etraftaki ağaçların köklerini yayma eğilimine maruz kalmıştı. Kapının geri kalanı -özellikle de kavis boyunca- hangi türde olduklarını anlamakta zorlandığı bir çok çiçekle bezenmiş sarmaşıklar tarafından sarılmıştı.

“Uyan...”

Elleriyle uzanıp sarmaşıkları biraz ötelediğinde kapının altındaki figürleri görüp bakakaldı. Birçok insan ve diğer kadim ırklardan yaratıkların figürleri çırılçıplak ve çarpık formlarda kapının ayaklardan başlayıp kavis boyunca yukarı ilerliyordu. Kimisi elleri kulaklarında, çektikleri acıyla sonsuza dek haykırıyormuş gibi ağızları açık dururken kimisi ise ızdıraptan parçalanmış vücutlarını saklamak istercesine imkansız açılarla uzanıyorlardı. Saçları dökülmüş, dişleri kırılmış, etleri yanmış ve yırtılmış figürler kemer boyunca uzanıyordu. Figürler çok rahatsız edici olsa da Karl ne korkmuştu ne de herhangi bir huzursuzluk duyuyordu, kendine bile inanamadığı kadar rahat ve sakindi.

“Uyan...”

Figürler boyunca kenarlardan düzensiz bir biçimde çok sayıda ve çeşitli rünler kazınmıştı. Karl bu rünlerden bir anlam çıkartamıyor, nereye dokunursa dokunsun bu ihtişamlı geçidin geçmişini göremiyordu. Ancak gri gözleri çok yüksekte olmasına rağmen kavisin tepe noktasını seçebiliyordu : Ayaklardan itibaren yukarı uzanan iki büyük figürün elleri tepede birleşiyor ve bir simgenin işlenmiş olduğu küreyi taşıyordu. Kürenin üzerindeki semboller...tanıdık gibiydi.

“Uyan!”

Kulağında kendisine sessizce fısıldayan ve uyanmasını isteyen kadının sesiyle gözlerini kapatmıştı ki kapının boşluğunda bir anda alevler belirmeye başladı. Yavaş yavaş büyüyen alevler sıcaklık vaad ediyor, kendisini sarıp hayatı boyunca gördüğü ve maruz kaldığı bütün korkunç olayları unutacağını fısıldıyordu. Uyanmasını istiyordu, böylece yeni bir hayata başlayacaktı.

“KARL...”

Kendisini çağıran alevlere uzandı ve yavaşça dokundu.

“...UYAN!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder